26 Nisan 2009 Pazar

Okur ve Yazar İletişiminde Son 10 Yılın En Ciddi Sorunu

Bugüne kadar bu sitede yayımlanan yazılarıyla, kendi adıma pek çok yeni şey öğrenmemi, bu arada da bildiğimi sandığım kimi şeyler üzerine yeniden düşünmemi sağlamış olan değerli meslektaşım (kabûl ederse bir parçacık da dostum) Ali Ulvi Uyanık Bey, bir kez daha can yakıcı bir konuya temas etmiş bulunuyor.

Onun bu yazı kapsamında tam olarak ne demek istediğini, neye gücendiğini, kimi ve kimleri eleştirdiğini, muhtemelen bu ülkede en iyi anlayabilecek 5-10 kişiden biri olduğumu sanıyorum.

Çünkü, geçmişte gerek sinema, gerek müzik, gerek politika, gerekse hayatın herhangi bir cephesine ilişkin pek çok yazımdan sonra, bahse konu olan internet kovuklarında yaşayan bazı sefil yaratıklar tarafından, insan muhayyilesinin alabileceği en iğrenç, en aşağılık ifadelerle taciz edilmiş, hakarete uğramış ve en temel kişilik haklarına saldırılarda bulunulmuş bir medya mensubuyum ben…

Sebebi mi?

Sebebi çok basit… Birilerinin hayata bakış açısına ters gelen yazılar yazmam ya da haberler hazırlamam… İnternet aleminin "humanoid"lerine göre, birine yakası açılmadık küfürler ve en aşağılayıcı ifadeler eşliğinde hakaret etmek için fazlasıyla yeterli bir nedendir bu…

Ali Ulvi Bey'in de vurguladığı gibi, biz sinema yazarları, kamunun incelemesine açık bir alanda, gerçek kimliğimiz ve fotoğraflarımız eşliğinde mesleki bir bilgi satıyoruz. Üstelik her satırımız da yasaların sürekli denetimi altında. Herhangi bir hak ihlâli ya da saygısızlığımızda kanunun bizi bulması ve yakamıza yapışması en fazla saatlere bakar. Haksızsak bu hatamızı yargılanarak ve tazminata mahkûm edilerek öderiz. Üstüne üstlük bizlere aynı köşede bir de tekzip yayımlatırlar.

Oysa, 1990′ların ortalarından itibaren Türk internetinin bütünüyle denetimsiz dünyasında âdeta bir amip gibi türeyen son derece acayip, asosyal bir insan kuşağı, kendini her türlü ahlâkî ve hukukî sınırın dışında kabûl ederek, "hoşuna gitmeyene gönlünce saydırma" üzerine kurulu psikopatça bir hayat tarzı inşa etmiş durumda.

Bu tür hastalıklı tiplere göre, bir nickname kullanılan her site, başka insanlara ve onların görüşlerine pervasızca hakaret etme hakkı verir. Birileri yazıları, görüşleri ya da konuşmalarıyla canınızı mı sıktı? Başlarsanız onun hakkında aklınıza gelen her türlü aşağılama sıfatını ardı ardına dizmeye…

Sözgelimi ben, yazılarından dolayı şimdiye kadar yalnızca Ekşi Sözlük'te bile, "yazarımsı"dan "insanımsı"ya, "insan müsveddesi"nden "sinema çiziktiricisi"ne kadar uzanan çok geniş bir yelpazede, muhtelif çap ve markalarda yüzlerce hakarete maruz kalmış bir gazeteciyim.

Siz, kamuoyu önünde, görüşleriniz birilerinin hoşuna gitsin ya da gitmesin, o görüşlerinizin hukukî ve ahlakî sorumluluğunu peşinen üstlenerek, gerçek adınız ve sanınızla çıkıyorsunuz. Eviniz belli, telefonunuz belli, gerektiğinde haczedilmek için maaş bordronuz belli…

Fakat, sizi bir nedenle sevmeyen, sizden nefret eden ve nefret etmeyi de spor haline getiren, memleketin ya da dünyanın herhangi bir yerindeki biri, beş dakikada aldığı bir üyelik ve bir nickname'in ardına sığınarak, kamunun takibine açık bir sitede size aklına gelen herşeyi saydırıyor. Ne asgari bir nezaket duygusu, ne de hukukî bir sorumluluk hissetmeksizin…

Oysa, Türkiye Cumhuriyeti'nde, bu tür "dangalak"ların yüzde 90′ının henüz daha bir tek satırını dahi okumadığı, okumadığı için de bilmediği bir "Basın Yasası" var. Ve internet de uzun süreden bu yana bir basın mecraı olarak kabûl ediliyor.

Yani, benim gazetemdeki köşemde herhangi bir vatandaş için "sefil herif" yazmamın hukukî sonuçları her ne ise, "nick name"lerin ardına sığınarak efelik taslayan bir internet ucubesinin böyle bir konudaki yasal sorumluluğu ve yapılacak takibat sonucunda muhatap olacağı hukukî ceza da aynı…

Ancak, günlük yaşantısının yüzde 90′ını ekran başında geçiren ve gerçek hayatta deşarj edemediği saldırgan duygularını, muhalif olduğu kişilere yüzyüze iletmeye maçasının asla yemeyeceği duygu ve düşüncelerini nickler üzerinden internette ifade etmeyi alışkanlık haline getirmiş kimi psikopatlar, sanal âlemde (bile) artık böyle bir kara düzen olmadığını henüz bilmiyorlar.

Bilmedikleri için de son iki yıl içinde avukatımın yasal girişimleri ve gönderdiğim ihtarnamelerle böylelerinin pek çoğunu büyük bir keyifle paniğe sürüklüyorum. Bu tür saldırganlık ve tacizlerin en yoğun yaşandığı adres olan Ekşi Sözlük'te, şimdiye kadar hiç sildirmediysem, hakkımda 15-20 dolayındaki küstah, terbiyesiz ve doğrudan hakaret içeren ifadeyi sildirmişimdir.

Saldırganlıkta ölçü tanımayan, ayarını iyice kaybedip diğerlerinden çok daha ileri gitmiş bir internet soytarısıyla da halen Bakırköy Sulh Ceza Mahkemesi'ndeki davamız sürüyor. İnternetin her köşesini bir veba gibi kaplayan bu düzeysiz üslûp sorunuyla mücadele etmede o kadar kararlıyım ki ya ben bunların en sivrilerini tek tek buldurup tazminata mahkûm ettireceğim, ya da bu mesleği tümden bırakıp yakınlardaki bir köye çiftçilik yapmaya gideceğim.

Daha, hayatı boyunca günlük bir gazeteye 40 kuruş vererek düzenli gazete satın alma alışkanlığı kazanamamış; sinema, müzik, günlük gazete… akla gelebilecek her türlü kültürel gıdasının teminini internet beleşçiliği ve korsan yayın üzerine kurmuş olan bu tiplerin kafasının basmadığı bir durum var:

Bir gazeteci ya da yazar, lunaparkta boş boş gezinenlerin suratına rahatça pasta fırlatabilecekleri bir soytarı değildir. Para bile ödemediğiniz bir yayını internet üzerinden beleşe takip edip, orada okuduğunuz bir yazarın yazısına ilişkin olarak ilk bulduğunuz sanal boşlukta "nick name"lerle istifra edemezsiniz. Yazarlar size böyle bir rahatlama hizmetini vermek için değil, çalıştıkları kurumda profesyonelce görev yaptıkları ve bilgi birikimlerini kitlelerle paylaştıkları için maaş alıyorlar.

Muhalefet etmenin, görüş bildirmenin, karşı olmanın ve eleştirmenin de evrensel bir edebi vardır. Babanıza söylemeye korktuğunuz bir sözü, yazısını okuduğunuz bir yazara da söylemeyeceksiniz. Ha, beni ırgalamaz, ben söylerim diyorsanız, o durumda bunun yasal karşılıklarına da katlanacaksınız.

İnsanı, diğer pek çok meslek grubundan daha erken yaşlandıran ve sinirlerini harap eden bir sektörün mensupları olarak, ne ben, ne de diğer meslektaşlarım hiç bir klâvye delikanlısının geceyarısı mayhoşluğu içinde yazdığı, serbest atış şeklinde ardı ardına dizilmiş hakaretlerini sineye çekmek mecburiyetinde değiliz. Gazeteci olmak, hiç birimize böyle bir sorumluluk yüklemiyor. Ciddi bir fikir tartışmasına girmek ayrı birşey, daha hayatında bir şehirden diğerine gitmemiş, ama yaptığı bilgelik tafralarına baktığınızda evrenin sırrını çözdüğünü sandığınız bir yeniyetmenin küstahlıklarıyla karşılaşmak apayrı birşey…

Benim bugüne kadar muhatap olduğum internet saldırganları, yazdıklarına sahip çıkma noktasında bile o kadar tırsıktılar ki, pek çoğu (gün olup yaşacaklarını hiç düşünmedikleri) yüzyüze karşılaşmalarımızda, ya da kendilerine sürpriz telefonlarla ansızın ulaştığımda, "Aman ağabeyim, canım ağabeyim, o an ne yaptığımı düşünemedim, affet ağabeyim, hemen o kötü entrylerimi silicem" edebiyatına sığındılar.

Gece yarısı ikide klâvyenin başında yalnız başınayken başka, günışığında muhatabıyla karşılaşınca ise bambaşka bir ruh halinin tezahürü olan bu ikircilik hal de iki kat daha fazla sinirlenmeme neden oluyor doğal olarak…

Yukarıdaki sevimsiz bilgilerin ışığında sevgili meslektaşımıza ısrarlı tavsiyem şudur: İnternet saldırganlığına kesinlikle boyun eğmeyiniz. Ülkemizde, gerek Ekşi Sözlük, gerekse diğer forum ve toplu paylaşım siteleriyle ilgili olarak son yıllarda gayet düzgün işlemeye başlamış bir hukuksal mevzuat var.

Aleyhinize medeni eleştiri sınırlarını aşan hakaretamiz bir metin yayınlamışlarsa, UYARDIĞINIZDA BUNU SİLMEYE MECBURDURLAR. Silmiyorlarsa mutlaka hukuk yoluna başvurun ve ihtarnamenizi gönderin.

Çünkü başka türlü, kuralsız bir cangılı andıran Türk interneti asla düzelemeyecek, medeni bir tartışma platformuna dönüşemeyecektir.

Saygılarımla,

(26 Nisan 2009)

Ali Murat Güven
Yeni Şafak Gazetesi
Sinema Yazarı

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder