18 Nisan 2009 Cumartesi

Kars'ın kuş uçmaz kervan geçmez bir köyündeki piyano

Türk sinemasının iki usta oyuncusu Tarık Akan ve Şerif Sezer'in 'Yol'dan 27 yıl sonra birlikte yeniden kamera karşısına geçtikleri 'Deli Deli Olma', özgün bir sinema dili kurma yolunda sessiz, sakin, fakat kendinden emin adımlarla ilerleyen genç kuşak yönetmen Murat Saraçoğlu'nun kariyerindeki üçüncü önemli adımı oluşturuyor.

DELİ DELİ OLMA

Kars'ın kuş uçmaz kervan geçmez bir köyündeki piyano

Yapım Yılı ve Ülkesi: 2009, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi: Duygusal Drama / 94 dakika
Yönetmen: Murat Saraçoğlu
Senaryo: Hazel Sevim Ünsal
Görüntü: Mustafa Kuşçu
Müzik: Mehmet Erdem, Özgür Akgül
Kurgu: Mustafa Preşeva
Oyuncular: Tarık Akan, Şerif Sezer, Barış Üregül, Deniz Arna, Levent Tülek, Zuhal Topal, Korel Cezayirli, Murat Aydın, Havin Funda Saç, Halil Kumova, Muhammed Cangören
Yapımcı Şirket: Aydın Film
Dağıtıcı Şirket: Pinema Film
İçerik Uyarıları: Erişkin temaları içeren öyküsü nedeniyle, 7 yaşından küçük izleyiciler için uygun değildir.
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı: www.delideliolma.com
Yıldız Puanı: * * *

Kars'ın gözlerden de gönüllerden de ırak kalmış yoksul bir köyü… Burada, konuştukları dil, alışkanlıkları ve hayat tarzlarıyla ilk anda ülkenin hâkim kültüründen kopuk görünen, fakat bir o kadar da bizim olan sımsıcak mizaçlı insanlar yaşıyor. Kahramanlarımızdan ikisinin adı “Alma” (Cemile Nihan Turhan) ve “Tavşan” (Ozan Erdoğan)… Bu iki sevimli köy çocuğunun yanısıra, çocukken ailesiyle Rusya'dan Türkiye'ye göç etmiş yaşlı bir Malakan, “Mişka” (Tarık Akan) ile tanışıyoruz. Köyün önde gelen figürlerinden biri de Mişka'nın hiç kavuşamadığı gençlik aşkı, son derece sinirli bir kadın olan “Popuç” (Şerif Sezer)… Mişka'nın derin yalnızlığına rağmen Popuç'un kalabalık, neşeli ve de hareketli bir ailesi var. Fakirlik ve çetin kış koşullarıyla mücadele eden, ekin eken, kaz otaran ve koyun güden bu insanlar, durgun kış gecelerini ise saz âşıklarının bol atışmalı, çekişmeli ve “dudak değmez”li nâmeleriyle şenlendiriyorlar.

Gençliği Rus kültürü ile yoğrulmuş Mişka, klasik müzikle uzaktan yakından ilişkisi bulunmayan bu ücrâ köyde, yöre halkının günlük hayatına yıllar önce sessiz sedasız bir piyano sokmuştur. Köyün küçük kızlarından Alma ise Mişka'ya ailesinden miras kalan ve yaşlı adamın çevresindekilere yaptığı borçlar yüzünden ineklere bağlanarak köyün nerdeyse bütün ahırlarını tek tek ziyaret eden bu piyanoyu çalma özlemiyle yanıp tutuşmaktadır. Tuşlar üzerinde parmaklarını gezdirme arzusu, küçük müzikseveri piyanonun yalnız sahibiyle gitgide yakınlaştıracak ve aralarında sarsılmaz bir dostluğun kurulmasına yol açacaktır.

İKİ BÜYÜK OYUNCU YILLAR SONRA YENİDEN BİRARADA

Çekimlerine Aralık-2008'de, Kars'ın Eşmeyazı Köyü'nde başlanan “Deli Deli Olma”, son dönemin beğeniyle izlenen yapımları arasında yer alan “120” ve “O… Çocukları” filmlerinin yönetmeni Murat Saraçoğlu'nun da üçüncü uzun metrajlı sinema çalışması… Zorlu kış koşulları altında beş haftada çekilen film için, öykünün baş karakteri Mişa'yı canladıran usta oyuncu Tarık Akan, kente ulaşmasından itibaren Kars Konservatuarı'nda bir buçuk ay süreyle piyano dersi almış. Akan'a bu öyküde, birlikte 1982 yılında müthiş bir başarıya imza attıkları çok eski bir partneri, “Yol” filmindeki rol arkadaşı Şerif Sezer de eşlik ediyor. Şerif Gören-Yılmaz Güney ikilisinin 1982-Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye kazanan “Yol”undan tamı tamına 27 yıl sonra tekrar kamera karşısına geçen Akan ve Sezer, âdeta böyle bir projede yeniden bir araya gelmeyi yıllar yılı sabırla beklemişlercesine, alabildiğine içten, izleyiciye keyif veren bir performans sergiliyorlar. Öyküsü içinde mizah ve trajediyi gayet dozunda harmanlamayı başaran filmin bir diğer önemli sürprizi ise her iki sanatçının gençlik sahnelerini yine kendi çocukları, Barış Üregül ve Deniz Arna'nın canlandırıyor olması…

Öte yandan, bu filmin duygusal açıdan kendime yakın bulduğum bir yönü oldu ki onu da bir kaç cümleyle vurgulamadan geçmeyi istemiyorum doğrusu. Bendeniz, 1934'de, Sovyet diktatörlüğünün baskısı altında inim inim inleyen Azerbaycan-Bakü'den (sınırda yakalanıp topluca kurşuna dizilme tehlikesini göze alarak) “anavatan”a göç etmiş bir Azerî ailesine mensubum. Ki dedem ve babaannem, biri o tarihte henüz ana karnında olan üç çocuklarıyla birlikte, boğucu bir kar yağışı altında bu tehlikeli yolculuğu gerçekleştirirken, Türkiye Cumhuriyeti tarafından birer siyasî mülteci olarak kabul edileceklerine bile tam olarak emin değillerdi. “Vatan, vatan!” sayıklamaları eşliğinde, Aras Nehri'nin buz kesen sularını aşarak geldikleri bu yeni ülkede, şükür ki o dönemin yöneticileri tarafından yurtseverliklerine inanıldı; ardından jandarma güçleri tarafından Iğdır'ın bir köyüne yerleştirildiler ve ömürleri boyunca da sadık birer yurttaş olarak yaşadılar. Sovyet despotizminden kaçış sırasında babaannemin karnında henüz 8 aylık bir bebek olan babam da yine Iğdır topraklarında doğdu. Soyadı olarak benimsediğimiz “Güven” bile, dedem ve babaanneme vatandaşlık hakkı verilmesinden sonra, bölgenin o dönemdeki jandarma komutanının -Kafkaslar'dan gelen göçmenlerin yurtseverliğine duyduğu büyük “güven”in ifadesi olarak- ailemize sunduğu şefkat dolu bir armağandır.

Hâl böyleyken, sinema sektöründeki birilerinin “Doğu”nun yalnızca “DTP'nin tasvir ettiği Doğu” olmadığını hatırlayıp bu geniş coğrafyada yaşayan etnik kökenlerin çeşitliliği noktasında şimdiye kadarki geleneksel “silme Kürtçü” jargondan farklı bir açılım getirmesini, ailemin Anadolu topraklarındaki çileli varlık serüveninin ışığında son derece önemli ve anlamlı bulduğumu belirtmeliyim. Evet; her ne kadar bazıları kabul etmek istemese bile, oralarda son bin yıldır, yani Sultan Alparslan'ın bölgeye adımını attığı günden beri “bizler” de yaşamaktayız. Aynı şekilde, Tarık Akan ve Şerif Sezer'in, “Yol”da canlandırdıkları karakterlerden çeyrek yüzyıl sonra bu kez “Kafkas göçmenlerinin Doğu'su”nu anlatarak, nicedir yarım kalmış bir hesabı kapattıklarını görmek de benimle benzer bir soyağacı öyküsünü paylaşan “Doğulular” açısından sevindirici bir gelişme oldu.

'SARAÇOĞLU SİNEMASI' ADIM ADIM KIVAMINI BULUYOR

2000'lerin ikinci yarısında sektöre son derece sessiz, sakin ve gösterişsiz bir giriş yapan, fakat bu alçakgönüllü tavrına karşılık aynı oranda da kendinden emin bir sinemanın izini sürmekte olan Murat Saraçoğlu'nun, çok değil en fazla üç-beş yıl içinde genç kuşak yönetmenlerin arasından bütünüyle sıyrılıp kendi tarzını oluşturmuş “derin bir sanatçı”ya dönüşeceğine ve sinemamızın geleceğinde çok önemli sözler söyleyeceğine inanıyorum. Zaten şimdiye kadar ortaya koyduğu yapıtlar da bu yöndeki umudumu yeterince pekiştirmekte…

“Deli Deli Olma”, son dönemde sayısal açıdan heyecan uyandırıcı, fakat akıllarda (ve gönüllerde) iz bırakma yönünden ise genellikle “kof” ürünler verdiğine tanık olduğumuz ulusal sinemamızdan, gerek iddialı oyuncu kadrosu ve özenli prodüksiyonu, gerekse sıradışı öyküsüyle göz dolduran bir çalışma. Yeni Türk sinemasının nitelikli örneklerini dikkatle takip edenler tarafından mutlaka görülmesi gereken bu yapıt, aynı zamanda Türk yönetmenlerinin görece zayıf olduğu bir alt-tür konumundaki “kara komedi”ye de nefis bir örnek oluşturuyor. Öte yandan, meraklılarına, filmin adının Kars civarında “Aklını başına al!” anlamına gelen yerel bir deyişten geldiğini de son bir not olarak belirtelim.

19.04.2009
ALİ MURAT GÜVEN
alimuratg@yahoo.comBu e-Posta adresi istek dışı postalardan korunmaktadır, görüntülüyebilmek için JavaScript etkinleştirilmelidir
Yeni Şafak

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder