11 Mayıs 2009 Pazartesi

İran sineması'nın sinir uçları

Rejiminin katılığı ve dünyanın 'antidemokrat' tavrı sebebiyle kendi sınırlarına kapanmak zorunda kalan bir toplumun, sınırları zorlayan sanat bedeninin 'sinir uçları'dır 'sınır' kavramı.  Dünyadan kopmak durumunda kalınan sınırlar, aynı zamanda dünyanın hissedileceği sinirlerdir.  Bize 'uzak' olan rejimi sebebiyle aramızda uzunca bir sınır olduğunu varsaydığımız İran...

"Türkiye, İran olur mu" sorusu ile uzun süre oyalanan ülkemizde yeterince ve doğru tanımamıza hiçbir zaman müsaade edilmeyen İran, devrim öncesi ABD'nin ve Batı'nın 'sağlam müttefiği' olan Şah yönetiminde dünya ile 'barışık' Pers topraklarıdır. Devrimden sonra ise birden 'Şer Üçgeni'ne (Kuzey Kore, Küba, İran) dahil olur.  Dünyaya Batı'dan baktığınız müddetçe okuyabileceğiniz yegâne anlam bu olacaktır. Bu durumda siz 'sınır'ın Batı tarafındasınızdır. Doğu'ya da ister istemez karşıdan bakıyorsunuzdur.  Sinir uçlarınız yıpranır.

Vicdanınız rahat bırakmaz kesinlikle yakanızı. Merhamet sahibisinizdir, çünkü bu 'geri kalmış Doğu toprakları'nın en kadim yetisidir mevzubahis olan...  Genlerinizde olan 'Oryantal'lik sebebiyle özünüze oryantalist bakamazsınız. Vicdanınızdan taşan isyan bir gün koyuverir 'araf'a bakışınızı.

Artık, en azından yanlış yerden bakmıyorsunuzdur. Türkiye gibi bir yer. Ne Batı, ne Doğu? Aslında Doğu'nun kendisi, ama Batı özentisi.   Sınırda olmak böyle bir şey işte.

İran Sineması'nda da bu sinir harbinin yansımasını görürsünüz. Hemen her filmde sınırlar içerisinde veya arkasında, hatta tam ortasında kalırsınız. Bilginin güç olduğu, kavramlarla inşa edilen bir çağda yaşadığınızı aklınıza getirir İran Sineması. Türkiye şartlarında size dayatılanı bir daha düşünmenizi sağlar. Kendi rejimine de eleştiriler yöneltir elbet. Zati, evrensel dille ele alınan kavramlar yerel unsurların dilinden sorgulanır.

Cennetin sınırı: Bir çift ayakkabı

Mecid Mecidi'nin 'Cennetin Çocukları' filmi bir yarış senaryosudur. Yarış sonu, varış noktası. Çocukların, ebeveynlerin ulaşamayacağı uzaklıktaki hassas algıları...  Tahran'ın varoşlarındaki bir caminin çay ocağında boğaz tokluğuna çalışan babası, bel fıtığından mustarip annesi ve kız kardeşi Zehra ile birlikte 'hayat mücadelesi' veren 9 yaşındaki Ali'nin, 'cennetin çocuğu' olmayı hak etmek için olduğu gibi yaşaması yeter. Ancak alın yazısında bir yarış vardır. Yani aşması gereken sınırlar...  Kız kardeşinin sahip olduğu tek ayakkabısını tamire götürmek üzere evden çıkan Ali, pazar yerindeki ayakkabıların içinde bulunduğu naylon poşeti kaybeder. Kardeşinin giyeceği başka ayakkabı yoktur. Daha da kötüsü, Ali durumu babasına açamaz. Zira dayak yemesi kaçınılmazdır. İki küçük yürek bu durumda ne yapar dersiniz...

Hayal dünyanızın 'sınır'larını zorlamayın boşuna. Bir çift ayakkabının imece usûlü kullanılabileceğini akla getirebilmek kolay değildir. Bunun için 'cennetin çocuğu' olmak gerekir.  Okulunda sabahçı olan küçük kız ile öğlenci olan ağabeyi, Ali'ye ait eski spor ayakkabıyı gün içinde 'değiş-tokuş' yaparak kullanırlar. Ayakkabı beğenemeyen bir neslin mensubu olarak saçma gelebilir size. Ama aynen satıra döktüğümüz gibi bir koşuşturma yaşayarak ortaklaşa giyerler ayyakabıyı.

Bu geçici çözüm için sınırlar daha fazla zorlanamayacak duruma gelince ise, bir fırsat doğar. Öğrenciler arasında düzenlenecek bir yarışta üçüncüye verilen hediye, ayakkabıdır. Ali bu yarışa katılır. Ancak üçüncü gelemez, ipi en önde göğüsler. Bir şampiyon olarak üzüntüden ağlar...  Nasıl bir sınırı temsil eder bu yarışın bitiş noktası?   Sabrın ve azmin semeresi olan kazanmayla, fazlasıyla sahip olmanın verdiği taşkın hüznün sınırı...

'Cennetin Çocukları' filminin son sahnesinde Ali eve gelip perişan olan ayaklarını bahçedeki havuzun içine sokar. Havuzdaki balıklar ayaklarının çevresine gelerek dönmeye başlarlar.  "Verilen mücadele sonucunda manevî yükselişe, kemale eren 'ayaklar'ın çevresinde, balıklar adeta tavaf eder. Bu, Ali'nin verdiği mücadelenin mükâfatıdır." Mecidi böyle anlatır sınırını gerçeğin. Hakikat ile sahtelik, derinlik ile sıradanlık arasındaki sınırdan geçiştir balıkların teveccühü.

Kara Tahta'nın sınırı

Samira Makhmalbaf'ın bol ödüllü filmi Kara Tahta da kendi içinde çok sayıda sınırı barındırıyor.  Sırtındaki kara tahtalarını tokuşturarak birbirlerine şans dileyen 'seyyar öğretmenler'in İran-Irak sınırındaki 'müşteri arama' serüveni...  'Seni seviyorum' ve altında 'tembel bir öğrenci'ye verilmiş bol sıfırlı 'zayıf' notun yazılı olduğu kara tahtanın, 'taze dul' bir kadının sırtında, mehirden doğan hakkı olarak uyruk değiştirmesi ile sonlanan filmin son karesi İran-Irak sınırındadır.

Çoğunluğu okuma-yazma bilmeyen çocukların sınırdan kaçak ticarete kuryelik yapmaları sırasında, hayatla ölüm arasındaki ince sınırın kurşun yüküne düşmeleri...

Çocukların hayatı sınır boyundaki askerlerin ateş açması ile son bulur.

Diğer bir seyyar öğretmen ise yine İran-Irak sınırını aşmaya çalışan Halepçeli bir Kürt kafileye yoldaş olur. Öğretmenlik bir tarafa, kara tahtasını 'amacı dışında' kullanarak ekmek parası kazanmaya çalışır. Yolculuk boyunca önce bir hastaya sedye olan kara tahta, sonrasında ise kafilenin tek kadın üyesiyle evlenebilmesi için mehir olur. Nehir kenarında  nikahları kıyılırken önce namahrem iki insanı ayıran sınır olan kara tahta, aynı gün karı-koca olma anı ile diğer kalabalık arasında bir edep sınırı halinde kalkan olur.

Ve sonuçta Irak sınırını aşan kafilede öğretmen yoktur. Kadın boşanır ve mehir olarak aldığı kara tahtayı sınırdan sırtında geçirir.

Kiyarüstemi'nin sınırları

Abbas Kiyarüstemi'nin 'Arkadaşımın Evi Nerede' filminde iki ayrı köy, geceyle gündüz, sorumlulukla boşvermek, gitmekle kalmak, merhametle engeller arasındaki sınırı konu edilir.

Küçük bir çocuğun komşu köyde oturan arkadaşının evini, arkadaşının kendisinde kalan defterini geri vermek için arayışını anlatan filmde, bireysel yükümlük, vicdan, sadakat ve günlük kahramanlıklar, sembolize edilerek anlatılır. Çok geç saatlere kadar arkadaşının evini arayan küçük çocuk, evi bulamaz. Ancak arkadaşının dersten atılacak olmasının verdiği endişe, ödevi iki defa yapmaya kadar götürür onu. Derse de geç kalır ve son anda, öğretmeni tam arkadaşına geleceği sırada, o sınırda yetişir. Ödülü ise arkadaşından aldığı bir tebessüm ve elbette gönül ferahlığıdır.

Kiyarüstemi'nin bir diğer filmi olan 'Kirazın Tadı'nda ise hayat ile ölümün sınırında son anlarını planlayan ve intiharına bir 'suç ortağı' arayan kahramanımızı izleriz.

Tahran'ın kenar mahallelerinden birinde arabasıyla dolaşarak para karşılığında kendisini öldürecek birini arayan orta yaşlı bir adam 'hayatın değeri'ni anlatır izleyiciye.

Zihindeki tozların sınırı

Bahman Ghobadi'nin "Sarhoş Atlar Zamanı", İran sinemasının en meşhur filmi belki de. Film, birçok İran filminde olduğu gibi çocukların izinde, sınır boylarında kaçakçılık yapan küçük bedenlerin zorlu şartlarda verdiği mücadeleyi anlatır. Özürlü kardeşine ameliyat parası biriktirmek için herşeyi yapan ağabey, filmin sonunda kurşunlardan son anda kurtularak sınırı aşar ve Irak'a geçer. Zira kardeşinin kurtuluşunu sağlayacak katırı ancak orada satabilecektir. Filmin son planında dikenli telleri, kucağında özürlü kardeşi, arkasında katırla geçen kahramınımız, ardında bıraktığı karlı dağlara inat soluk soluğa yoluna devam eder. Özürlü kardeşin 'katır heybesinde' aldığı yol, katırla omuz omuza, boyundan büyük işleri alt eden ağabeyin kucağında biter.

Mayınlı topraklarla çepeçevre sarılı doğal dekorlarda katır sırtında alınan yollar nerye varıyor anlamıyorsunuz. Merak da etmiyorsunuz. Adımlanan topraklardan çıkan toz bulutları çekiyor sizi, İran sinemasının 'nev-i diline münhasır' haline.

Sınırı tozu dumana katarak aşarken, zihninizdeki düşünme yetisinin üzerindeki tozları da yerinden ediyor, her sınır geçişi...

Bisikletle aşılan sınır

Mohsin Makhmalbaf'ın eşi olan Marziyeh Meshkini, feminist mesajlarla dolu olan Bisiklet'te, yasak olmasına rağmen bir kadın grubuyla bisiklet yarışına giren Ahu'un uzaklara gitmeye çalışmasını ve elbette sınırı aşmasını anlatır.

Kocası, babası, akrabaları atlarla peşinden gelir ve onu yolundan döndürmek isterler. Sınırı aşmaması için ikna etmeye çalışırlar. İş o raddeye gelir ki, sınırı aşan kadının cezası, bisiklet üzerinde kocasından boşanmak olur.

Atla bisiklet arasındaki sembolik fark, geçmişle bugün arasındaki sınırı, Ahu ile ailesinin dünyaya bakışındaki sınırı ortaya koyar.

07.05.2009
Abdulhamit Güler
milligazete.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder