‘Kameranın yeri ahlakî bir tercihtir’ diyen Godard ve plan-sekans politik bir seçimdir diyen Bazin gibi, Zaim de film estetiğini bir ahlak sorunu olarak ele alıyor. Derviş Zaim’in son filmi ‘Nokta’, yönetmenin, genelde ilk filminden beri yoğun olarak da son iki filminde denediği bir sentezin ürünü olarak göze batıyor. Geleneksel sanatlar ile sinemanın ilişkisini ele alarak, bu ilişkiyi gerek biçim, gerekse de içerik olarak sinemaya yansıtabilme derdinde olan Derviş Zaim, son filmi Nokta’da oldukça cüretkâr bir işe soyunmuş. Nokta’dan önceki ‘Cenneti Beklerken’ adlı filminde minyatür sanatını ele alarak, filmin zaman ve mekân kurgusunu kendi tabiriyle oynak bir zemine oturtma amacı güden Zaim, bana kalırsa başarısız olmuştur. Cenneti Beklerken’in minyatür ile kurduğu ilişkide başarısız olan neydi acaba? Bence, Cenneti Beklerken biçimsel olarak, sadece sentetik bir benzerlik ile minyatüre benzerken, sinema sanatının estetiğini kaybedip yapay bir kolâja dönmüştü. Film ile ilişkisi çok yapay görünen bir montaja dönen minyatür sanatı, bir taraftan filme yansıyamazken, öte taraftan filmin kendi içsel dengesini ve estetiğini bozar hâle gelmişti. Fazlasıyla gösterişçi ve süslü bir film olarak Cenneti Beklerken, bende iyi niyetli ama başarısız bir biçim denemesi olarak yer etti. Film sanatının minyatürle veya doğu resmiyle ilişkisini ele alan birçok eser var dünya sinemasında. Ancak sanırım o estetiği her anlamda film ile organik bağ kuracak şekilde hem yenileyen, hem de kullanan en önemli eser Sergei Paradjanov’un ‘Sayat Nova’ filmidir. Derviş Zaim ‘Cenneti Beklerken’de minyatür estetiğinin biçimsel öğeleriyle, sinemada karakter kurgusu, mekân ve zaman belirsizliği arasında organik bir bütünlük kurabilmiş gibi görünmüyordu. Ancak, biçim ve sinema dili üzerine yeni açılımları denemekte oldukça cesur olan Zaim, bir sonraki filmi olan ‘Nokta’da da benzer bir cesur işe girişmekten kaçınmayarak çabalarının meyvesini toplamış. Nokta, geleneksel sanatlardan ‘hat sanatı’ndan biçimsel ve içerik olarak yararlanarak bir film estetiği kurmayı amaçlamış. Hat sanatında kullanılan bir teknikten hareketle (yazının, elin hiç kaldırılmadan tek bir kerede yazıldığı bir teknik) tek bir plandan ibaret olan Nokta, her şeyden önce oldukça zor ve cesur bir adım olarak değerlendirilmeli. ‘Kameranın yeri ahlakî bir tercihtir’ diyen Godard ve plan-sekans politik bir seçimdir diyen Bazin gibi, Zaim de film estetiğini bir ahlak sorunu olarak ele alıyor. Dolayısıyla filmin konusu ile hat arasındaki ilişki; hat tekniği ile filmin mekân ve zamanı arasındaki ilişki; filmin kesintisiz tek bir planda çekilmesi gereğini doğuruyor Zaim’e göre. Tarihi değer taşıyan el yazması bir Kur’an’ın (Mâlik Kur’an’ı) çalınıp illegal yollardan satılmasına gönülsüzce karışan genç hattat Ahmet, çektiği vicdan azabından kurtulmanın peşindedir. Karıştığı bu olay yüzünden Kur’an’ın sahibi olan kişinin torunu dâhil üç kişinin ölümüne de dolaylı olarak sebep olmuştur. Ahmet’i bu olayın içine atan sebepler bir yana, filmin asıl sorunu Ahmet’in, bir arınma ve günahlarının kefareti olarak çabasıdır. Derviş Zaim’in, bir önceki filminde minyatür ile film estetiğini birleştirme çabası ne kadar eklektik, yapay ve başarısız olmuşsa; bana kalırsa Nokta’daki bu çaba da o kadar başarılı bir görüntü veriyor. Filmin tek bir plandan oluşması, filmi geleneksel öykü anlatımlarının, dramatik kurgunun ve mizansenin dışına atıyor ve öykünün gelişimini ikincil hâle getirerek kefaret çabasını merkeze oturtuyor. Aslında seçilen yöntem oldukça zor bir iş. Işığın her şekilde aynı olmasını garantilemek, mekân ve zamandaki geçişleri plan içinde fark ettirmeden yapabilmek için Tuz Gölü’nün bembeyaz düzlüğünü seçmek uygun bir tercih olarak görünüyor. Filmde zamanda ileri geri gidişler var; bu aynı zamanda mekânlarda da değişiklik demek. Bir röportajında Karagöz Oyunundaki ‘Küşteri Meydanı’na benzer bir mekânı, yani mekândaki değişikliklerin anlaşılmadığı bir mekânı seçmenin öneminden bahseden Zaim, bunun için ideal mekân olarak Tuz Gölü’nü seçtiğinden bahseder. Yine uçsuz bucaksız beyazlığı bir beyaz sayfa, üzerindeki insanları ise yazılar ve noktalar olarak düşünebileceğimizi söyleyen Zaim, hat ile sinema estetiği arasındaki bağı birkaç açıdan kurmayı becerebiliyor. Dünya sinemasında benim bildiğim, tek plandan oluşmuş tek film, Alexander Sokurov’un ‘Rus Hazine Sandığı’ adlı eseridir. Çok büyük bir yönetmen olmasına rağmen, Sokurov, tek plandan oluşturduğu filminin, estetik olarak yapay olmasına, tek planda çekimin basit bir deneysel çaba olmanın ötesine gidememesine engel olamamıştır. Yani filmde baskın olması gereken ahlâki çaba ile filmin estetiği birebir uyuşamıyorsa her şey yapay ve eklektik durabiliyor. Tarkovsky, ‘Stalker’ filminin, filmin amacı açısından tek planda çekilmesi gerektiğini ama buna teknik imkânların yetersiz olmasından dolayı cesaret edemediğini söylemişti bir zamanlar. Bunları bilen insanlar için tek bir planda oluşturulmuş ‘Nokta’nın başarısı daha bir önem kazanmaktadır bence. Filmin estetiğine de yön veren ve aynı zamanda hat sanatının ahlâki yönünü de görebildiğimiz şey, filmdeki ‘eşref-i mahlûkat’ olma çabasıdır. Film ‘af’allahû anh’ yazısı etrafındaki bir iç mücadele aynı zamanda. ‘Nun’ harfinin unutulan noktasının bir türlü konamadığı eşsiz bir döngü. Dünya tarihinde, bunca zulüm içinde konulup konulamayacağından da emin olamadığımız bir insanlık durumu inşası! Yaptığı hatadan ve işlediği büyük günahtan büyük pişmanlık duyarak işlediği günahın kefareti olarak son derece tehlikeli bir yol seçmiş Ahmet’in bu günahının affedilip edilmeyeceği de aynen noktası konulmayan ‘nun’ harfi gibi belirsiz kalır. Aynı zamanda suç ile cezanın ilişkisi de filmin ana temasının genişlediği ortamı sağlıyor. Aslında işlenen suçta tek suçlu kendisi olmadığı halde, belki de en az suçlu olan olduğu halde, Ahmet için bu olay bir türlü noktasını koyamadığı yazıdaki gibi bir bitimsiz yolun başlangıcıdır. Cezanın en büyüğü, sadece ölümle ya da adlî cezalarla değil, vicdan ile ilgili olandır. Bu aşamada filmdeki çabaya eşlik eden iç çatışma, Ahmet’in arınma, günahlarından kefaret (belki de bile bile ölüme gidebilmek) aracılığıyla kurtulma ve bir türlü koyamadığı noktayı koyma mücadelesidir aslında. Hat sanatına layık bir ‘insan’ olabilme çabası! Filmin tek planda çekilmesi önceki paragraflarda söylendiği gibi, filmin, dramatik, trajik bir yönde değil, içsel olarak arınmayı talep eden ve izleyiciye de bunu yaşatan bir yönde deneyimlenmesine vesile oluyor bence. Filmin tek anlamlılığını ve tek bir bakış açısını dayatan dramatik kurgular yerine böyle bir biçim, gerçekten de film için ahlâkî bir zorunluluk demek aslında. Dolayısıyla film içinde hat sanatının ahlâkî idealleri, biçimsel öğeleri ve kefaret çabası oldukça başarılı bir organik bütünlük içerisinde verilebilmiş. Cenneti Beklerken’de minyatür sanatıyla ilişkisini başarısız bulduğum Zaim, Nokta’da çok önemli bir iş becererek Türkiye sinemasının önemli yapıtlarından birisine imza atıyor. Biçim olarak da dünyada çok az denenmiş bir estetiğe sahip olmasıyla Nokta, bence önemli bir film olarak sinema tarihinde yerini alıyor. Nasıl ‘Süt’ün yönetmeni – mesela Wong Kar Wai – olsaydı bu film muhtemelen Altın Palmiye’nin en önemli adaylarından sayılacaktı ise; ‘Nokta’nın yönetmeni de mesela Sokurov olsaydı, film yılın en önemli filmlerinden birisi olarak tanımlanacaktı… Enver Gülşen |
11 Mayıs 2009 Pazartesi
Bir Arınma Hikâyesi Olarak 'Nokta'
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder