'Yeni Türk Sineması' hareketinin önde gelen temsilcilerinden Derviş Zaim, filmografisinin altıncı durağı 'Nokta'da yaklaşık 80 dakikalık karmaşık bir öyküyü 'tek plan'da anlattığı zorlu bir görsel deneye girişirken, ulusal sinemamızın tarihindeki biçimsel arayışlara da Metin Erksan'dan bu yana en çarpıcı katkıyı yapıyor.
NOKTA
Yapım Yılı ve Ülkesi: 2008, Türkiye yapımı
Türü ve Süresi: Drama / 78 Dakika
Yönetmen: Derviş Zaim
Senarist: Derviş Zaim
Görüntü Yönetmeni: Ercan Yılmaz
Özgün Müzik Bestecisi: Mazlum Çimen
Sanat Yönetmeni: Natali Yeres
Oyuncular: Mehmet Ali Nuroğlu (Ahmet), Serhat Kılıç, Settar Tanrıöğen, Şener Kökkaya, Mustafa Uzunyılmaz, Nadi Güler, Numan Acar, Bayazıt Gülercan, Begüm Birgören, Cem Aksakal ve Hikmet Karagöz
Yapımcı Şirketler: Maraton Film-Sarmaşık Sanatlar ortaklığında
Dağıtıcı Şirket: Tiglon Film
İçerik Uyarıları: İçerdiği şiddet sahnelerinden dolayı, 13 yaşın altındaki izleyiciler için uygun değildir.
Resmî İnternet Sitesi ve Fragmanı: www.dotthemovie.net
Yıldız Puanı: * * * ½
Ahmet, yakın bir arkadaşının ön ayak olmasıyla, tarihî değeri yüksek, el yazması bir Kur'an-ı Kerim'in çalınması olayına bulaşır. Ancak, ardarda bir dizi insanın ölümüne yol açan bu sevimsiz olay, kahramanımızı da kısa sürede hiç istemediği bir noktaya doğru sürükleyecektir.
Türk sineması, 90 küsur yıllık tarihine panoramik bir biçimde bakıldığında, genel çoraklığın ortasında birer ayrıksı otu gibi duran bir kaç cesur deneme haricinde, hem biçim hem de içerik itibarıyla, “ana akım sinema”da daha önce denenmiş her ne var ise onların vasat birer tekrarından ibaret olageldi. Özgün öykü anlatıcılığı itibarıyla küresel sinemadaki ortak mirasın üzerine şimdiye kadar pek az yeni değer ekleyebildiğimiz gibi, sıra “biçim”e geldiğinde kreatif alandaki bu verimsizliğimizin daha da iç karartıcı boyutlara ulaştığını görmekteyiz.
“Türk usûlü sinemasal çılgınlıklar” üretmedeki malûm kısırlığımızın en temel nedeni ise bir “insanî hal”in görsel tasvirine hiç de yatkın olmayan, bunu daha ziyade hikmetli sözler eşliğinde yapmaya meyyal kültürel ve dinsel köklerimiz… Vaktiyle resim sanatındaki uzun süreli yokluğumuz bizleri başka başka alanlarda, sözgelimi “mimari”de, “şiir”de ve “hat”ta güçlü kılmıştı. Hayatı resmetmeye yönelik ihtiyaç karşı konulamaz bir noktaya ulaştığında ise bu konuda oluşan devâsâ açık, onun perspektif duygusundan arındırılmış yepyeni ve ilginç bir formu konumundaki “minyatür” ile telafi edilmeye çalışılacaktı. Fakat, kendi içlerinde büyük başarı düzeylerine eriştiğimiz bütün bu alternatif sanat formları, resim ve onun çağdaş bir türevi olan sinemadaki zayıflığımızı ise örtbas etmeye yetemedi ne yazık ki…
'ERKSAN SİNEMASI'YLA BAŞLAYAN YENİLİKÇİ ARAYIŞLAR
Sözün burasında, sinemasal sezgi ve vizyonuyla bu topraklardaki ortalamanın çok ötesine geçip evrensel bir sanat adamına dönüşmüş bulunan sevgili Metin Erksan'ı bambaşka bir konuma oturtmak gerekiyor. Daha 1960'ların başlarındaki erken dönem filmlerinde bile hem biçim hem de içeriğe dönük arayışlarının ilk önemli ipuçlarını vermeye başlayan sanatçı, 1965 yapımı “Sevmek Zamanı”nda, o dönem için -bırakın Türkiye'yi- dünya sineması için bile zorlayıcı olabilecek bir görsel deneye imza atıyordu.
Erksan'ın hemen her filminde şu ya da bu oranda kendisini hissettiren yenilikçi tavrı, 1976 yılında, dünya sinema tarihine geçecek müthiş bir gösteriye kadar uzanıyor ve sanatçı o yıl “Kadın Hamlet” adlı yapıtıyla uluslararası festivallerde ayakta alkışlanıyordu. William Shakespeare'in ölümsüz kahramanı Prens Hamlet'i hem kadın, hem Türk, hem de çağımızda yaşayan birine dönüştüren bu eşsiz film için Amerikalı senarist ve sinema yazarı Lester Cole, ünlü Variety dergisinde, “1978 Los Angeles Film Festivali'ne katılan en güzel, en özgün, en anlamlı ve en sıra dışı film Türkiye'den geldi. Erksan, benzersiz bir denemeye imza atmış” diye yazmıştı. Ki aynı film bir yıl öncesinde katıldığı Moskova Film Festivali'nde de benzer tepkilerle karşılanacak ve büyük ödülü kıl payı kaçıracaktı.
Hafızamı dibine kadar zorladığımda, belli ölçüde Lütfi Akad, olgunluk dönemindeki bir kaç yapıtında Yılmaz Güney, belki tek bir anlatısıyla (“Otobüs”) Tunç Okan, günümüzde de Nuri Bilge Ceylan, Semih Kaplanoğlu ve Zeki Demirkubuz üçlüsünün son dönem çalışmaları haricinde, sinemanın anlatı geleneklerini zorlamak adına başkaca ciddi bir cesaret gösterisi hatırlayamıyorum Yeşilçam'dan…
Hâl böyleyken, 1996 yapımı ilk filmi “Tabutta Rövaşata”dan bu yana alttan alta benzer bir arayışın izini sürdüğünü hissettiğim ve o tarihten bu yana da sinemasını dikkatle takip ettiğim Derviş Zaim, geçen yıl çektiği son filmi “Nokta” ile, Erksan'ın 1960'lardaki devrimci çıkışlarından bu yana sinemamızdaki biçimsel arayışlara en radikal katkıyı yapmış buluyor.
TEK PLANDA BU GİBİ AKIP GİDEN BİR ÖYKÜ
“Nokta”nın suç ve ceza ekseni üzerinde ilerleyen senaryosu, Anadolu topraklarında köklü bir geleneğe sahip geleneksel sanat formlarından biri konumundaki “Osmanlı hat sanatı”nı, çağdaş bir cinayet öyküsünün içine son derece başarılı ve etkileyici biçimde dahil etmekte… Hat sanatının bu filmin biçim ve içerik arayışına en önemli etkisi ise tıpkı hattatların kamışı aldıklarında cümleyi bitirmeden ellerini kâğıt üzerinden kaldırmamaları gibi, bu öykünün de tek bir plandan oluşması…
İşlediği bir suç ve onun yol açtığı zincirleme trajediler nedeniyle derin bir azap içinde kıvranan genç bir adamın öyküsünün 78 dakikalık kesintisiz, ancak içi sürekli hareket halindeki bir kadrajdan anlatıldığı “Nokta”, bu karmaşık öyküye arka fon olarak da Tuz Gölü'nün uçsuz bucaksız, bembeyaz ıssızlığını kullanıyor. Daha önce yalnızca iki sinemacı, 1948'de İngiliz gerilim ustası Alfred Hitchock'un “Urgan” (Rope), 2002'de de Rus yönetmen Alexander Sokurov'un “Rus Hazine Sandığı” (Russkiy Kovcheg) adlı yapıtlarında denemeye cesaret ettikleri bu “tek planda anlatım” tekniği şimdi bir kez de bir Türk sinemacısı eliyle uygulanma fırsatı buluyor ve bana kalırsa görsel sonuçları itibarıyla ilk ikisini, özellikle de ikincisini çok aşan bir yetkinliğe ulaşıyor.
Öte yandan, “Nokta”nın “suç ve ceza”, “görev ve sorumluluk”, “kötülüğün yayılmacı tabiatı”, “çağdaş anlatılarda gelenekten yararlanma” gibi birbirinden önemli konu başlıkları üzerinde izleyicisine entelektüel egzersizler yaptırırken, sinemanın kitleleri eğlendirme yönündeki temel misyonunu es geçmediğini de altını çizerek belirtmek gerek... Perdede yaklaşık bir buçuk saat boyunca izlediğiniz öykü, (sözgelimi, Sokurov'un 2002 tarihli benzer denemesinde olduğu gibi) “rafine bir sinema sevgisi adına katlanılmak zorunda kalınan tek planlık bir ısdırap” değil kesinlikle. Aksine, Zaim bizlere -kurgu sanatına meydan okuduğu- bu iddialı kurmacanın içinde son derece akıcı, diri ve sürükleyici bir sinemasal gösteri sunmayı da ihmal etmiyor. Hattâ, bir süre sonra tek planlık bir öykü izlediğinizi unutuyor, perdedeki entrikaya kendinizi bütün bütün kaptırıyorsunuz.
“Nokta”, sahip olduğu yerel kültürel değerleri evrensel değerlere ulaşmada son derece akılcı bir biçimde kullanan, Türk aydınının Tanzimat'tan beri çözümlemede eksik kaldığı bu hayatî mesele üzerine yıllardır çok ciddi kafa yorduğunu bildiğimiz saygın bir sinemacının imzasını taşıyan yüz akı bir yönetmenlik performansı; hem biçimsel özellikleri, hem de içeriğindeki özgün unsurlarla çağdaş bir başyapıt…
Sinemaya tutkuyla bağlı olanlar, sinema eğitimi görenler ve gelecekte sinema yapmayı düşleyenler başta olmak üzere, yedinci sanata şu ya da bu biçimde abayı yakmış herkes mutlaka izlemeli…
1996- Tabutta Rövaşata
2000- Filler ve Çimen
2003- Çamur
2004- Paralel Yolculuklar (Belgesel)
2006- Cenneti Beklerken
2008- Nokta
* * *
'Tek plandan oluşan, son derece heyecanlı bir film yaptım'
DERVİŞ ZAİM VE ALİ MURAT GÜVEN |
Güven'in bu söyleşisini gelecek haftaki Yeni Şafak Cumartesi Eki'nde ve ardından da Yeni Şafak sinema sayfasının internet edisyonunda okuyabilirsiniz.
10.05.2009
ALİ MURAT GÜVEN
alimuratg@yahoo.com
Yeni Şafak